22 Şubat 2009 Pazar

ilan ve davet...



The power of psychedelia lies behind its ability to let you take a trip to your innerself, through experiencing new ways, discover hidden areas in your mind and feel the pleasure of illumination coming through music thats gently stroking your soul. . . . The access code to innerself. . . ACCEPTED!!!



for detailed information please check the playlist on the right side of the page and www.herkesdinlesin.com/siddhartha

a platonic love... les paul


Theres so many different worlds
So many differents suns
And we have just one world
But we live in different ones

Now the suns gone to hell
And the moons riding high
Let me bid you farewell
Every man has to die
But its written in the starlight
And every line on your palm
Were fools to make war
On our brothers in arms


les paul... can you see how cutie it is.....

20 Şubat 2009 Cuma

be careful with that axe, eugene


in a time of madness...

"Look at the fuck we've done with ourselves."

raspberry swirl

i have a dream




Yillar suren yorucu stadyum konserlerinden sonra 50'li yaslarimin getirdigi hafif naif huysuzlukla bezenmis aileme zaman ayirma gerekcelerini bahane ederek gurubumdan ayrilmak istiyorum blog. Evde cok bunalinca genclik donemlerinde birlikte calma sansina da eristigim kadim dostlarim Mark Knopfler ve Dave ile East London dolaylarinda bi pubda bira icip bilardo oynayalim diyorum. Ama snooker diil yahu, sekiz top gibi bira icme teknigine daha yakin bir pool cesidi olsun.. Gerci Dave karisina cok duskun, bu biraz sorun cikarabilir. Mark da tek basina cekilmez, zaman zaman huysuz olabiliyor zira... hepberaber toplanamazsak Kilnockie'deki eski limana bakan evime giderim. kocaman bi studyom var orda, sarap icerken takilirim kendi kendime hafif overdrive yuklenmis cleantune stratimla... 50'li yaslarindaki her muzisyen gibi ben de minimalist rifflerle doldurulmus sakin bi kac album yaparim Kilnockie'deki evimde. Aksam ustleri de balik tutmaya giderim, hem Iskocya'da cok yagmur yagdigi icin o saatlerde bol bol balik olur.

Bu blog yazimi Mark Knopfler / Sailing to Philadelphia'ya ithaf ediyorum.

17 Şubat 2009 Salı

a tribute...


in lovin' memory of my beloved friend unemployment(05/2008 - 02/2009)... rest in peace sweet lord.

Dear GNP,

Thank you for applying for the position of Legal - Assistant Legal Counsel - Full Time - Turkey -. (you were so attractive, i couldn't take my eyes off you)

We have had the opportunity to carefully review your qualifications against this position.
(QUALIFICATIONS vs gnp) Unfortunately, we have concluded that we will be unable to offer you an employment opportunity at this time. (yes the time is bad, huh? sorry for the inconvenience...i thought that we could work it out with the prolific devotion inside us)However, you may be qualified for other openings for which you've applied, and we will retain your profile in our state-of-the-art candidate management system for further consideration. (how often do u tell this lie? a.always b.sometimes c.rarely d.often e.i never lie, i am aufrichtig mann... heil Hitler!!)

We invite you to visit our site regularly and apply online to other jobs that may interest you. (thanks for the advice, honey... u can be sure that i will do that 7/24)

Thanks for your interest in P & G. (it's my pleasure, thank YOU for your time)
.............................................................................................................................

edit: let's stay calm...or whatever... you may kiss my hairy(...ok cool it papi!!)

16 Şubat 2009 Pazartesi

duyuru


benim gibi uyuzsanız farketmişsinizdir, pek sevgili na-teknolojik gnp'nin kurduğu ve ayarlarını yaptığı blog'umuzda ne zaman bir post yayınlansa saatleri ayrı bir aleminkini yansıtıyordu..

bugün itibariyle ne zaman yolunuz düşüp burada bir iz bıraksanız, bu haltı hangi vakitte yediğinizi yerel saate göre bilip, sizi içten içe takip etmiş olmanın verdiği hazzı yaşayabileceğiz.

bugüne değin de bu hazdan mahrum bıraktığımız, o setting'i hangi akla alametse pacific time'da (GMT -8) unuttuğumuz için özürler dileriz efenim.

saygılaaaar.

14 Şubat 2009 Cumartesi

broken link

kendi ruhunun ağırlığı altında ezilir mi insan? kendi ellerine tahammülü kalmazsa ne yapar ya da? mutsuzluğunun sınırlarını kendi içine sığdıramaz olursa peki? bu kadar imkansızlaşmalı mıdır hayat?

bu yazının 14 şubat'a denk gelmesinin son derece tesadüfi olduğunu itraf etmeliyim. ezeli kalp kırıklıklarım adı herkesçe bilinen herhangi bir günden tamamen bağımsız olup, yıllardır benimleler aslen. kendime dahil edip de üzegeldiklerim bunu iyi bilirler ne yazık ki.

çok soru sorup anlamaya çalışmak kötü birşey midir? geçmişle yüzleşmeye çalışıp barışmak imkansız mıdır? vedalaştıktan sonra karşı konulmaz bir geri dönme isteği varken, yine de ağlaya sızlaya devam mı edilmelidir yola? neden güçlü olmak için vazgeçmek zorunda kalınır hep ama hep, aslında güçlü olmak çoğu zaman durduğun yerde durabilmeyi ve yaşanılanlarla yüzgöz olmayı gerektirse de?

başkalarının geçmişleri nasıl olur da beni benimkilermiş gibi üzer? neden yakın hissettiğim insanlar bir bir bana verdiklerinden fazlasını alır çekip giderken? herkes nasıl hayatına hiçbirşey olmamış gibi devam eder ve tek sekteye uğrayan HER seferinde ben olurum?

yaşananlar kırık kalpler dışında aslında birbirini çağrıştırmamalıyken, nasıl olur da hepsi bir öncekinin karbon kopyası olur? ve ben bunu neden yıllar sonra, yavaş yavaş, kısık ateşte pişercesine fark ederim? çiğ kalmak daha iyi değil midir oysa? umursamamak, üzülmemek, vurdumduymaz olmak? yoksa dibim çoktan tutmuştur da ruhum mu duymamıştır?

aranan, özlenen, geri gelmesi istenen insan neden hep çok daha iyi olabilecek biridir? içinde bulunduğu boşluğu aslında en iyi dolduracak insan o değildir, bunu herkes bilir, ama yine de neden o özlenir, o aranır, o geri dönsün ve herşey yoluna girsin istenir?

gitmeler ve gelmemeler neden bu kadar dokunur? ölüme bile alışmaya ve üstesinden gelmeye programlanmamış mıyızdır oysa?

peki ya gidenin açtığı çukur, kendisinin bile kapatamayacağı kadar büyükse, ne yapılmalıdır? gidenlerin sayısı, gelenlerden hangi sebepten ötürü hep bir fazladır? bu denklem sonsuza kadar değişmeyecek midir, yoksa insan bunca yıldır yaşayageldiklerinden ötürü genellemeyi mi uygun görür kendine?

"aşk, arayarak bulunmaz" önermesi doğru olarak kabul edilse de, neden umudunu kaybetmekten bu kadar korkarsın? umut, kaybedilebilecek birşey midir hem? herşeyden vazgeçtiğimiz anda bizi bulmaz mı beklediklerimiz? hiçbir beklediğim beni hiçbir zaman bulamamış olsa da, neden hala bunlara inanmaya meğilliyimdir ben? bir kaç iç deniz dolduracak kadar ağladıktan sonra, neden hala netleşmez bunca sorunun cevabı aklımda?

sen, onu özlerken; ben nasıl seni sevebilirim?

ben, onu özlerken; sen beni nasıl öpebilirsin?

o, bütün bunlardan habersiz hayatını yaşarken; biz başka hangi şekillerde mutsuz olabiliriz?

iki bilinmeyenli bir denkleme üçüncü boyutu katıp herşeyi imkansızlaştırmanın anlamı nedir? istemesek de neden vaz geçemeyiz? doğru olmadığını bile bile "o soru boş kalmasın belki bir yerlerinden puan alırız" mentalitesiyle yazdığımız cevaplar hayatımız olagelince, kimi suçlarız? suçlayacak birini bulamayınca, ruhumun altında ezilecek kadar ufalmışsam, yanımda durup sana tutunmama izin verir misin; yoksa gururun düzenli olarak sulandığı için boyundan büyük müdür şimdilerde?

çekip gidebilenleri vazgeçilmez kılan nedir ki bu dürüstçe hissettiklerini paylaşabilenlerin arasında hemen hiçbir zaman var olmaz? herkes bir diğerinde dürüstlüğü ve içtenliği aradığını iddia ederken, nasıl olur da en dürüst ve en içten insanların canı hep en çok ve en sık yanar?

yıllardır kendimle baş başa olmamın sebebi olan kırılma noktası tam olarak nerededir ve ben onu hangi tutkalla tamir edebilirim dersin? bütün sorular bende ve bütün cevaplar sendeyken, nedendir bunca uzak duruşumuz?

hem kırılmaya bu kadar müsait hem de bütün bunlara dayanacak kadar güçlü olmamın sebebi nedir? hayata devam edebilmek beni güçlü mü kılar, yoksa güçlü olmak hayata devam edebilmeyi mi gerektirir?

hayatında sana rağmen var olmayı bu kadar isteyişimi bir gün takdir eder misin, yoksa kendi kargaşanda boğulmaya mütemadiyen mi bu kadar meraklı olacaksın?

nasıl olur da ufacık ihtimallere hayatının gidişatını bağlar insan?

tek istediğim; sıradan, hafif, eğlenceli bir birliktelikken hayatın hangi güçleri beni içinden çıkması çok daha zor bir çukurun daha içine itekler? benim bu güçlerle günün birinde barış antlaşması imzalamam mümkün müdür, yoksa bu da senin kadar imkansız bir hayalden mi ibarettir?

hiç gelmeyecek birini bekliyor olmamla, bıkmadan usanmadan yağan yağmurun ne alakası vardır ki her damla onu çağrıştırır?

alışkanlıklardan vaz geçmek zordur, imkansız değil. içinde alışkanlıklarından vazgeçmeye çalışacak gücü arayan sen, keşke günün birinde yanımda olabilecek kadar güçlü olduğuna da inanabilsen.

gelsen,
birlikte çamaşır suyuna bassak kirli geçmişlerimizi ve
gülümseyebilsek halimize.

ama onun yerine, hayatla aramdaki bağ.. gün be gün, göz göre göre kopuyor.

satırlarımın yol açabileceği kalp ve çaresizlik kirliliğinden dolayı peşinen özürler dilerim.

5 Şubat 2009 Perşembe

Sezaryen... Geri Donulmez Bir Cocukluk Travmasi


Bugun sana kalbimi acmak istiyorum blog, nurtopu gibi bir ayi geride biraktik. Yeri geldi beraber gulduk, agladik; yeri geldi birbirimizin girtlagina yapistik. Yeri de bu kadar gelmisken; soz vermeme ragmen sana o cok istedigin logoyu hala tasarlayamadik, mahcubuz. Kisa zamanda ustunden cikarmayacagin bir logon olucak, inan bize...

Kalbimin derinliklerindeki, uzun bir donem kafamda soru isaretleri biraktiktan sonra yerini geri donulmez bir cocukluk travmasina birakan konu "Sezaryen" blog... Sezaryenle ilk olarak okumayi sokup gazetelerin eklerindeki karikaturleri karistirdigim donemlerde tanistim. Aslen magazin uzerine kurulu gazete eklerinde surekli gecen "bayan x sezaryenle dogurdu", "sosyetenin tanidik simalarindan y de sezaryeni secti" gibi haberlere anlam veremezdim. Urkutucu cagrisimlar yapardi aklimda sevgili sezaryen. Sanirim biraz da sezaryenli haberlerin birinde gordugum elinde yeni dogmus bebekleriyle poz veren magazin basininin aranan(!) simalarindan bir ciftin erkek olaninin fazla sakalli ve esmer olmasindan oturu sezaryeni hep Sezen Cumhur Onal'a benzeyen bir erkek olarak dusundum. Gunler gectikce sezaryeni kafamda iyice cizdim. Artik o sosyetenin gozde bekarlarindan biriydi kesinlikle, baska ne olabilirdi ki zaten... Kendi kendime yahu bu sezaryen ne capkin adam, herkes onla cocuk doguruyo diyip Sezen Cumhur Onal'a benzeyen, yakisliligin yanindan bile gecmeyen bu adamin cazibesine anlam vermeye calistim senelerce.. Ne zaman TRT'de Muzik Yelpazesi'ni seyretsem hep sezaryeni hatirladim.. Sezarin hakki sezara, hala sezaryen olamadim!